15 Nisan 2011 Cuma

El Clasico'lar Başlarken


18 gün içinde oynanacak olan 4 Barcelona - Real Madrid maçı arasında en önemsiz görüneni oynanacak ilk olarak. Önemsiz görünme sebebi malum; Real Madrid'in artık ligi kazanacağını düşünen yok. Bu 4 maçın ilki olması önemli kılıyor sadece ligdeki maçı. Mourinho'nun deney maçı da diyebiliriz bu maça.

Önce ilk yarıdaki tarihi maçla alakalı bir şeyler yazayım. O maçtan sonra yazmak istemiştim ama kalmıştı taslaklarda.

Ligin ilk yarısındaki 5-0 biten maçta skordan ziyade Barcelona'nın oynadığı futboldu bence tarihe geçen. Karşısında çok sıradan bir La Liga takımı varmış gibi oynadı Katalanlar. Hele 4-0'ı yakaladıktan sonra 60. dakika ile 90. dakika arasında oynanan futbol, atılacak 10 golden çok daha yaralayıcıydı bence Real Madrid açısından. O 30 dakikalık bölümde Barcelona orta sahası top çevirirken savunmanın arkasına kaçmayı bekleyen David Villa, Pedro ikilisine bir tane ara pas atmadılar nerdeyse. Xavi gözü kapalı atabileceği o ara pasları atmak yerine orta sahada Real Madrid'lileri ortada sıçan oynamaya mahkum etmişti. Eğer o gece Barcelona'nın 10 gole ihtiyacı olsaydı çok rahat atardı. Ama onlar çok daha fazla gol yerine, ezeli rakiplerine karşı onur kırıcı futbol oynamayı tercih ettiler.

Son dakikada artık burama geldi dercesine Sergio Ramos'un atarını izlemiştik. Adam resmen; "Ağzımıza sıçtınız vururum tabi lan" dedi. Önce Messi'ye sonra da Puyol ve Xavi'ye salladı ve çıktı.

6-2'lik maçta ve 5-0'lık maçta ortak olan şeylerden birisi de Casillas'ın yediği 4-5. gollerden sonraki yüz ifadeleriydi. "Ben ne yapayım" der gibi. Biraz da ağlamaklı bir hal. Belki de Xavi Casillas'ı düşündüğünden atmadı o pasları arkalara.

Bugüne gelirsek. Oynanacak olan maçta Mourinho'nun farklı strateijilerle sahaya çıkacağını düşünüyorum. Barcelona ve Guardiola tüm maçları kazanmak için oynayacak ama Mourinho için öyle değil. Belki Barcelona'nın kendilerini küçümsemesini ve "biz bunları rahat yeneriz diğer maçlarda da" rehavetine girmesini sağlamak amacıyla ligdeki maçı feda edebilir. Mourinho bu ne yapacağı belli olmaz.

Barcelona 5-0'lık maçtaki gibi konsantre ve motive olursa bu 4 maçtan istediği 3 şeyi de elde eder bence. Ama karşıda farklı planlar kuran bir Mourinho var ve net bir şey söylemek zor görünüyor tüm maçlar için.

Bize bu 4 maçın keyfini çıkarmak kalıyor. Tabi Barcelona'nın kazanmasını isteyerek.

Meraklısına not: 2 yıldır Barcelona seven biri değilim. Rivaldo'lu, Kluivert'lı dönemden geliyor sempatim. Pes'te de 7 senedir oynadığım takımdır Barcelona.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Ronaldo Luis Nazario De Lima

Şu gözlerin gördüğü en iyi forvetsin. Sakatlıkların da olmasaydı neler yapardın düşünemiyorum. Youtube'daki videolarınla yetineceğiz artık.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Sivasspor 2 - 3 Trabzonspor | Diriliş

Böyle bir galibiyet lazımdı tam. Dirilmek, güven kazanmak için. Pes etmeden, yediği golden sonra atarak güvenlerini de kazandılar. Burak ve Onur. Özel teşekkürler sizlere.

Engin sahadaki hareketinin hiç bir anlamı yok. Halı sahada mı oynadığını zannediyorsun sen? Utandım, vallahi utandım.

Colman kötü oynasa bile mücadele gücünden hiç eksik kalmıyor. Bugün çok top kaybı yaptı, çok kritik yerlerde. Ama çok da top kazanıp rahatsız etti rakibi. Selçuk'un da kötü olmasıyla pas trafiğimiz de kötüleşti.

Rakibin konumu nedeniyle çok zor olan bir deplasmandan, böyle bir havada, dirilerek çıktı Trabzonspor. Uyandı. Şimdi sakin olma zamanı. Kesinlikle kazanılması gereken bir maçı kazandık nihayet.

6 Şubat 2011 Pazar

Trabzonspor 0 - 0 Antalyaspor | Olmadı

Çıkış maçıydı. Zihinleri toparlama maçıydı. Psikolojiyi düzeltme maçıydı. Olmadı. 1 hafta ertelendi. 1 haftada daha düzelmezse psikoloji, şampiyonluk ümitleri de 1 yıl ertelenme yoluna girdi. Taraftarın yarısı çoktan çöktü işin psikolojik kısmında.

Korkuyordum bugün tribünlerde olabilecek bir olumsuzluktan. Olumsuzluk yoktu, olmadı, sevindim. Ama takımı itecek kadar destek de göremedim ben. Buna da şükür tabi. Ankaragücü maçını hatırlayınca, buna da şükür.

İleri uçta oynayan oyuncularımızdan Umut ve Burak. Topu saklamayı, ayaklarında tutmayı, takım arkadaşlarını ceza sahasına çekmeyi başaramıyorlar. Kapanan rakibe karşı ceza sahasına topla beraber girmeyi başaramadık bir türlü. Kanat organizasyonlarını da yapamadık birkaç kez haricinde. Jaja'nın gayretine ve oyun tarzına uygun bir ileri uç adamımız olmadıkça bu tip maçlar hep böyle olacaktır. Karabükspor maçındaki gibi kendi kalesine atarsa rakip, 3 puanı alabiliriz. Ya da erken goller bularak, rakibin açılmasını sağlayabiliriz. Erken gol Avni Aker'de çok önemli. Gol geciktikçe takım da, taraftar da panikliyor. Rakibin de direnci daha da artıyor. Kurdukları oyun planı da 80 dakika dayanıp, son 10 dakika kontra atak golü aramak. Onur sayesinde ondan da yırtıyoruz genelde.

Antalyaspor 11 kişiyle kapandı. Zitouni ve Tita bile defansif kanat oyuncusu gibi oynadılar. Neden bu 1 puanları biz veriyoruz bu tip takımlara?

Jaja'nın en ileri uçta oynaması nasıl olur diye düşündüm. Topu iyi saklayan, ayaklarına hakim, takımı rakip ceza sahasına çekebilecek bir oyuncu. Umut'la içerdeki maçlarda olmuyor malesef. Pawel'i hazırlamak lazım acilen.

Kalan 14 maçta en fazla puanı toplayan takım olmalıyız. Futbolcuların zihnine reset atmak lazım. Puan olarak değil ama, psikolojik olarak rakiplerimizin gerisindeyiz.

Takıma ligin ilk yarısında 3-1 kazandığımız Gençlerbirliği maçı izletilsin bol bol. Kapanan takım nasıl açılır sorusunun cevabı var o maçta. Mükemmel bir 2. yarı oynamıştık. O gün doğruları yapan takım da bu takımdı. 2-3 seri galibiyet şartları eşit hale getirir.

Toparlanmak için son fırsat Sivasspor maçı. Elinizden gelen herşeyi, hatta fazlasını da yapın. Buraya kadar getirdiniz, devamını da getirin çocuklar.

30 Ocak 2011 Pazar

Fenerbahçe 2 - 0 Trabzonspor

Geçen yıldan beri belirttiğim bir şey vardı. "Orta sahadaki ikilimiz Selçuk ve Colman iyiler ama, sert orta sahalara karşı çok yumuşak kalıyorlar" şeklinde. İşte bugünkü maçta tam da buydu görünen. Emre-Selçuk ikilisine sağ kanatta oynayan Mehmet Topuz'un da katılımıyla Fenerbahçe'nin presi, agresifliği, sert oyununa karşılık veremedik. Fenerbahçe'nin bu baskılı oyununda bu kadronun karşılık verebilmesi de imkansızdı zaten. Bunun sonucunda bizim için en önemli olan şeyi; orta sahanın oyun kurmasını, top yapmasını engellemiş oldu Fenerbahçe.

Fenerbahçe seyircisi de futbolcular gibiydi. Özellikle Giray'da -kameraların kendisine ilk yakın çekiminde- gördüğüm heyecan ve panik bu atmosferden olumsuz etkilenişini gösteriyordu. Takımın tamamında vardı aslında, kaldıramadılar atmosferi ve maçı. Bir türlü karşılık veremediler.

Maçın hakemi, maçı daha tatsız hale getiren bir yönetim gösterdi. İki takım için de çaldığı ve çalmadığı düdüklerle sinirleri iyice gerdi.

Şimdi bizim için önemli olan önümüzdeki 3-4 haftayı mümkün olan en az kayıpla geçmek. 20. haftadaki Antalyaspor maçı Fenerbahçe maçından bile daha önemli bir hale geldi. Taraftarın tek yapması gereken, taraftarlık yapmak ve bu takıma Antalyaspor önünde son düdüğe kadar destek vermektir. Önümüzdeki hafta olacak bir puan kaybı, takımın kendine güvenini yitirmesine neden olabilir. Ama puan kaybından daha çok destek kaybı olmaması önemli. O yüzden, ya adam gibi taraftarlık yapın, 4 puan gerinizdeki takımın taraftarı gibi takımınızı itin, ya da o maça gelmeyin.

Olabilecekleri gözümde canlandırınca " seyircisiz oynuyor olsak daha mı iyi olurdu" diye düşünmeden edemiyorum. Umarım yanıltırlar bizi. Takımın arkasında, tam destek olurlar da dağıtırız bu kara bulutları.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Trabzonspor 1 - 1 Ankaragücü


Maçın ilk 10-15 dakikalık bölümünde maçın zor geçeceğini ve takımın gününde olmadığını farkettik. Bir de maçın içerde oluşu puan kaybını akla getirdi ve oldukça sıkıntılı izledim maçı öne geçtikten sonra bile. Önlem alamadığımız tek şey bu. Avni Aker'de oynanan maçlarda maçı erken kopartamıyoruz. İlk golü bulan biz olduğumuzda, gole kadar olan iyi futbol da yok oluyor. Geriye düşmek bu takıma yarıyor açıkçası. Bugün ilk yarıda topa sahip olan takım bizdik. Ama bir şey eksikti bugün %65'lik topla oynama oranımızın olduğu ilk yarıda bile. O alıştığımız baskılı ve tempolu oyun yoktu. Jaja'nın kaybettiği toplar akıcılığı bozdu. Umut'un geliştirdiğini sandığımız bitiriciliği yeniden eski haline dönmüştü. İkinci yarıda kaçan gol özellikle.

Maçı anlatan spikerlerin ilk yarıda oyunumuza methiyeler dizmelerini de garipsedim. Bilmiyorum yanılan ben miyim, onlar mı? Çok daha iyisini gördüğümüz ve alıştığımız için olsa gerek; tutuktu takım bugün baştan sona.

Geriye düştüğümüz maçlarda ise takım golü yediği andan itibaren oyunu rakip sahaya yıkıyordu ve golü atacağını hissettiriyordu. Bugün bu hava yoktu takımda, dağınıktık, çok dağınıktık. 0-0 biten Eskişehir maçındaki kadar baskı kurabilseydik, isteseydik alırdık bugün maçı. Ya da ikinci yarının ilk 5 dakikasında kaçan 3 pozisyondan birisi gol olsa. Onlar da olmayınca adeta davetiye çıkardık Ankaragücü'ne. Bu havayı soluyan Ankaragücü de geri çevrimedi haliyle bu davetiyeyi.

Tam oyuncu değişikliği hazırlığı yapılırken gelen gol de şanssızlığımızdı. Şenol Güneş de farkındaydı durumun ve ileri dörtlüden birini çıkarıp Sezer'i sürmek üzereydi oyuna ama yetişmedi. Şimdiye kadar ki performansını beğenmediğim Sezer Ceyhun'un neden tribünde oturduğunu gösteren bir performans sergiledi. Artarak devam eder umarım. 4-5 maçta bir bu uyarı şeklindeki maçları oynuyoruz. Umarım futbolcular uyarıyı almışlardır ve Fenerbahçe maçında alıştığımız gibi oynarlar.

Başta dediğim gibi; maçın neredeyse tamamında 2 yıl önce içerde kabusa dönen maçlardan birini izliyormuş gibi hissettim. Maç göz göre göre gidiyor ve engel olunamıyor. Biri çıkıp da takımı toparlayamıyor. Taraftar yine takımı daha da telaşlandırıyor. Bugün Engin olsaydı farklı olabilirdi. Oyun olarak hiç bir şey yapmasa da taraftarı ateşlerdi, itici güç olmalarını sağlardı. Ki bugün oyun olarak yerinde oynayan Burak'tan çok daha etkili oynardı. Bugün yine anlaşıldı ki, Engin bu takımın ruhu.

Ankaragücü golü yediğinde eliyle başını kaşıyan Ümit Özat "kabus haline dönmeye başladı" dediği bu deplasmandan, böyle kolay puan alabileceklerini de düşünmüyordu o anda şüphesiz.

Sonuç olarak; bizim tek rakibimizin kendimiz olduğunu gösteren maçtı.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Bir Devam Filmi / Siyah Beyaz Türkçe Dublaj


Hayır hayır Feridun Düzağaç'ın albümünden bahsetmeyeceğim. Geçen yıl Orjinal - Alt Yazılı olarak Sarı-Kırmızı renklerle izlediğimiz filmin devamı hakkında yazacaklarım.

Önce ilk filmle alakalı konuşalım. İlk filmde sezon başında yapılan flaş transferler, getirilen yıldızlar ve o yıldızları Rijkaard gibi bir hocaya emanet etmek FM'de şampiyonluğu garantileyecek hamlelerdi. Ama reelde öyle olmadı. Sezona çok iyi giriş yapan Galatasaray forvetteki alternatifsizlikten ve orta sahasındaki yetersizlikten dolayı(meşhur Barış-Ayhan-Mustafa Sarp üçlüsü) istenen başarıya ulaşamadı. Sabır gösterilse ve geçen yıl kurulan kadro bozulmasa, takımın eksiklerine yönelik transferler yapılsa bu yıl için daha da iyi olabilecek kadroyu Galatasaray 5 tane neredeyse hiç kullanmadığı yerli oyuncuyla takviye etti önce. Sonrasında gelen yabancılar aslında eksikleri tamamlayabilecek transferlerdi. Ama olmadı uymadı, geçen yıl gelen yıldızlar da beklenen katkıyı sağlayamadı ve Önce Rijkaard, sonra Bundesliga asist kralı Misimoviç gönderildi. Bu süreçten sonra Galatasaray'ın toparlanmasının önümüzdeki yıl da zor olacağını düşünüyorum. Sıfırdan yeni yapılanmaya gitmeleri gerekiyor. Bunun da bir yılda başarıyı getirmesi pek kolay değil.

Gelelim bir devam filmine, yani Beşiktaş'a. Geçen yıl izlediğimiz filme göre daha da umut veren transferlerle başladı sezona Beşiktaş. Guti ve Quaresma lige renk getirecek, Beşiktaş maçlarının seyir zevkini yükseltecek isimlerdi. Ama ligin ilk yarısındaki performans geçen yıl Galatasaray'ın ilk yarıdaki performansının da gerisinde kaldı. Bunda sakatlıkların da etkisi vardı ama Schuster'in kurduğu oyun planının taşıdığı risk de etkiliydi. Devre arasında gelen transferler de sezon başındakileri aratmayacak nitelikte. Trabzonspor'luyum ama bir futbolsever olarak dileğim Beşiktaş'ın bu yeni transferleriyle daha iyi futbol oynaması. Sonuçta yıldızları izlemek hepimizin isteği ve zevki. Ligdeki rekabetin, çekişmenin artması da bir başka keyif unsuru.

Beşiktaş yapılan bu yatırımlar sonrası sabretmek zorunda, yoksa Galatasaray filminde gördüğümüz sahneyi Beşiktaş'ta da aynen görmemiz kaçınılmaz olur. Bu yıl olmasa da önümüzdeki yıl kurulan bu kadrosu istenen ve beklenen seviyeye ulaşacaktır.

14 Ocak 2011 Cuma

Ziya Doğan'ın Ayman Sevgisi


Barcelona karşısında 5-0 ile hezimete uğrayan Real Madrid Jose Mourinho'nun yerine daha defansif oyun anlayışına sahip bir teknik direktör arayışına girdi. Yapılan araştırmalar sonucunda 4 defans 4 ön liberoyla maçlara çıkan Ziya Doğan'ı keşfeden Real Madrid yetkilileri, Ziya Doğan'a teklif götürdü. Ziya Doğan ise "gelirim ama Ayman'ı da transfer etmemiz gerekir" dedi. Bu şart üzerine Real Madrid; Cristiano Ronaldo'nun ben Ayman'la aynı takımda oynamam restiyle Ziya Doğan'dan vazgeçti. Ziya Doğan'ın Real Madrid'in başına geçmesi için Ayman'ın futbolu bırakması bekleniyor.

Geçen Real Madrid maçını izlerken geldi aklıma. Ziya Doğan'ı Real Madrid istese kesin ilk transferi Ayman olur diye. Hakikaten böyle bir şey gerçek olsa alır Ayman'ı koyar Real'in orta sahasına bu adam.

6 Ocak 2011 Perşembe

Bro'zek Biraderler


Yazıyı böyle geç yazma sebebim ortamın biraz daha sakinleşmesini beklemekti.

Medyada ismi geçen Grafite, Cleo, Jovanoviç gibi daha isimli isimlerden sonra yapılan bu transferler bazı taraftarlarımızı pek memnun etmedi. Hatta kendi deyimleriyle "tatmin" olamamışlar. Bunu forumlardan okuduğum kadarıyla söylemem mümkün. Peki ama bizim beklentimiz ve ihtiyacımız olan neydi?

Zaten hali hazırda çok iyi, tabiri caizse makine gibi işleyen bir takımımız vardı. Forvete Umut'a alternatif bir isim, sol bek ve kanada da tam olarak o bölgenin oyuncusu olan bir isim ve Colman-Selçuk ikilisine alternatif olabilecek yeterlilikte bir isim gerekliydi bize. Pawel ve Piotr ilk iki tanımladığımız isimlere oldukça uygun duruyorlar. Sadece hala Colman ve Selçuk'a tam olarak alternatif olabilecek yeterlilikte bir oyuncumuz yok. Ceyhun'un bir ileri iki geri gitmesi de bunun sebepleri arasında.

Bu iki transferimizi daha önce izlemedim ama daha önce defalarca izlenerek transfer edilmişler. Polonya'dan transfer ettiğimiz oyuncuların da şimdiye kadar takıma olan katkıları ortada. O yüzden destek vermek varken bazı taraftarların yazdıklarını görünce hayrete düşüyorum. Hele bir bekleyin bakalım sahada görelim. Şimdi destek zamanı. Eğer yetersiz olduklarını görürsek eleştirimizi de yaparız.

Mesela şöyle bir yorum vardı: "Quaresma'lı, Almeida'lı Simao'lu Bjk'yi mi tutayım, Brozek'li Jaja'lı Trabzonspor'u mu tutayım ben?" yazmıştı transferlerin hemen sonrasında bir arkadaş forumda. Bu nasıl bir taraftarlık anlayışı ki. Kendisine verilecek cevap da çok basit tabi:

Şampiyon Trabzonspor'u tutar kafanı yorma o kadar!
Sanki senelerdir yıldızlarla dolu takımımız vardı, sanki siz o tip yıldızlar var diye Trabzonspor'lu oldunuz. Farkedin Trabzonspor'lu olmak zor olandır. Trabzonspor'lu olan insan biraz daha farklı insandır.

Geçen sene Gs, bu sene Bjk çok kaliteli iki topçu getirdi de noldu? Olay sadece yıldız futbolcuda bitmiyor. Nolur diğer takım taraftarlarına hava atamıcaz kokusu veren; yıldız alamadık, tatmin olmadık laflarını bırakın artık.

Eğer olur da kötü çıkarsa transferler o zaman konuşuruz. Şimdi destek zamanı.

Kalitesiz olduğunu bilmiyoruz bu adamların. Ben Cleo'nun ne kadar kaliteli olduğunu da bilmiyorum. Buradaki birçok kişi de bilmiyor. Sizlerin bilip bilmediğinizi de bilmiyorum. Ama hele bir sakin olalım diyorum. Sakin ol şampiyon! İzleyelim görelim ve destek verelim. Belli ki izlenmiş, beğenilmiş, katkı yapacağına inanılmış futbolcular bunlar.


Benim Pawel'den beklentim Umut'ta olmayan özelliklere sahip olabilmesi. Top kontrolü iyi olsun. Verkaça girebilecek birisi olsun. Top sürüşü iyi olsun. Yeter.

Gol kaçırmak mı dediniz. Her forvet gol kaçırır, geçin bu işleri. Bu saydığım özellikleri Umut'tan iyi olsun yeter.

İzledikleri videolara göre yorum yapan taraftarlarımız bu adam hep savunmanın arkasına kaçarak gol atmış, duvar olabilecek biri değil gibi diye yorumlar da yaptılar. İzledikleri videolar adamın attığı gollerden oluşmakta. Bu bahsedileni anlamak için, yani şu duvar olma meselesi; attığı golleri değil attırdığı golleri izlemek lazım. Onu da inşallah bordo mavili formayla izleriz bol bol.

Şimdi sırada bir de orta saha var. Onu da alırsak tamamdır.

İyi oldu iyi.

Piotr paslasın, Pawel yaslasın inşallah.

Oyuncularla ilgili daha detaylı bir yazıyı da Adem abi yazmıştı. Şurada.


Mehmet Çakır da hücumdaki alternatifleri arttırmak adına iyi bir hamle. Serbest kalmış olarak alınmış olması da cabası.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Mehmet Topuz

Futbolculuğundan bahsetmicem hayır. Dün akşam ki yolcuğuluğumda kendisiyle alakalı olanlardan bahsedicem. İstanbul'dan Kayseri'ye gidişimde çok sıradan başlayan yolculuk, Harem'de yanıma oturan Osman amca sayesinde anlatacak bir şeyler çıkardı ortaya. Aslında pek de mühim değil ama o ilk diyalog ilginçti.

Koltuğun arkasındaki televizyonu açmaya çalışırken ben ayarlıyım dedim, açtım istediği kanalı Osman Amca'ya. Sonra "nerelisin?" diye sordu bana "aslen Trabzon ama doğma büyüme Düzce" dedim her zamanki gibi. Öğrenci olduğumu söyledim Kayseri'de. Kendisinin de 1 ay izni olduğunu söyledi ben de memlekete gidiyorum işte dedi. Sonrasındaki diyalog;
- "Ne izni ki bu 1 ay?" dedim.
+ "Liglere ara verildi ya futbolcu benim oğlum. "dedi.
Amatör takımlarda mı oynuyo ki oğlu acaba diye düşünüp "hangi takımda" diye sordum.
+ "Fenerbahçe'de" dedi.
- "Altyapı'da mı oynuyo."
+ "Yoo A takımda"
- "Mehmet Topuz mu?"
+ "Evet."
- "Hadi ya." dedim şaşkınca.

Ulan bişeyler sorsam ama ne sorsam, aklıma da bişey gelmiyo. Şu Beşiktaş'a transfer olacakken Fener'e gitmesi hakkında konuştuk biraz. Osman Amca Galatasaray'lıymış öyle dedi. O transfer zamanında yapmış oldukları açıklamalara göz attım bugün. "Ailecek Beşiktaş'lıyız" demişler o dönem. Daha sonrasında da "Beşiktaş formasını Mehmet'e zorla giydirdiler" diye açıklamalar gelmiş. Mehmet Topuz'un da Galatasaray'lı olma ihtimali kuvvetli yani.

Transferin gerçekleşmesini de şöyle anlattı; "Benim villaya helikopterle geldi Aziz Başkan sabah 10'da, öğlen 1'de de aldı gitti Mehmet'i." Villasının adını bir kaç kez daha duydum konuşurken ara ara. "Aston Martin Villa" bu boru değil.

Kayseri'de bir arkadaşımı sordum kendisine; baya iyi futbol oynayan ama zamanında kendisine gelen 100.000 TL'lik transfer teklifini hocasına "gidiyim mi hocam" diye sorup "gitme" yanıtı alınca gitmeyen arkadaşım Ufuk'u sordum. Genç oldukları zamanlarda bi Mehmet Topuz bi de Ufuk çok iyi olacaklar deniliyormuş duymuşmuydunuz dedim. Evet duymuştum dedi. Ah be Ufuk sen olacaktın belki de onun yerinde.

Ara ara ufak tefek muhabbetlerle geçti yolculuk. Uçakla gitmeyiş nedenini de kışın sisten dolayı inişin geciktiğini belirtip, havada beklemekten korktuğunu ima etti.İndiğimizde 4 tane büyük bavulu olduğunu gördüm. 1 ay için 4 bavulu sadece kendisi getirmiş! Aradı Mehmet'i, gelip onu almasını beklerken ben de servise doğru yol aldım iyi günler dileyip. İki de çayını içtim molada. Ziyade olsun Osman Amca.