20 Aralık 2010 Pazartesi

Mehmet Topuz

Futbolculuğundan bahsetmicem hayır. Dün akşam ki yolcuğuluğumda kendisiyle alakalı olanlardan bahsedicem. İstanbul'dan Kayseri'ye gidişimde çok sıradan başlayan yolculuk, Harem'de yanıma oturan Osman amca sayesinde anlatacak bir şeyler çıkardı ortaya. Aslında pek de mühim değil ama o ilk diyalog ilginçti.

Koltuğun arkasındaki televizyonu açmaya çalışırken ben ayarlıyım dedim, açtım istediği kanalı Osman Amca'ya. Sonra "nerelisin?" diye sordu bana "aslen Trabzon ama doğma büyüme Düzce" dedim her zamanki gibi. Öğrenci olduğumu söyledim Kayseri'de. Kendisinin de 1 ay izni olduğunu söyledi ben de memlekete gidiyorum işte dedi. Sonrasındaki diyalog;
- "Ne izni ki bu 1 ay?" dedim.
+ "Liglere ara verildi ya futbolcu benim oğlum. "dedi.
Amatör takımlarda mı oynuyo ki oğlu acaba diye düşünüp "hangi takımda" diye sordum.
+ "Fenerbahçe'de" dedi.
- "Altyapı'da mı oynuyo."
+ "Yoo A takımda"
- "Mehmet Topuz mu?"
+ "Evet."
- "Hadi ya." dedim şaşkınca.

Ulan bişeyler sorsam ama ne sorsam, aklıma da bişey gelmiyo. Şu Beşiktaş'a transfer olacakken Fener'e gitmesi hakkında konuştuk biraz. Osman Amca Galatasaray'lıymış öyle dedi. O transfer zamanında yapmış oldukları açıklamalara göz attım bugün. "Ailecek Beşiktaş'lıyız" demişler o dönem. Daha sonrasında da "Beşiktaş formasını Mehmet'e zorla giydirdiler" diye açıklamalar gelmiş. Mehmet Topuz'un da Galatasaray'lı olma ihtimali kuvvetli yani.

Transferin gerçekleşmesini de şöyle anlattı; "Benim villaya helikopterle geldi Aziz Başkan sabah 10'da, öğlen 1'de de aldı gitti Mehmet'i." Villasının adını bir kaç kez daha duydum konuşurken ara ara. "Aston Martin Villa" bu boru değil.

Kayseri'de bir arkadaşımı sordum kendisine; baya iyi futbol oynayan ama zamanında kendisine gelen 100.000 TL'lik transfer teklifini hocasına "gidiyim mi hocam" diye sorup "gitme" yanıtı alınca gitmeyen arkadaşım Ufuk'u sordum. Genç oldukları zamanlarda bi Mehmet Topuz bi de Ufuk çok iyi olacaklar deniliyormuş duymuşmuydunuz dedim. Evet duymuştum dedi. Ah be Ufuk sen olacaktın belki de onun yerinde.

Ara ara ufak tefek muhabbetlerle geçti yolculuk. Uçakla gitmeyiş nedenini de kışın sisten dolayı inişin geciktiğini belirtip, havada beklemekten korktuğunu ima etti.İndiğimizde 4 tane büyük bavulu olduğunu gördüm. 1 ay için 4 bavulu sadece kendisi getirmiş! Aradı Mehmet'i, gelip onu almasını beklerken ben de servise doğru yol aldım iyi günler dileyip. İki de çayını içtim molada. Ziyade olsun Osman Amca.

17 Aralık 2010 Cuma

Trabzonspor - K.D.Ç. Karabükspor Maç Öncesi

İki haftadır başladığımız gibi baskılı başlayacağımızı düşünüyorum bu maça da. Erken bir gol bulmamız da mümkün yine. Ama sonrasındaki oyun bizleri memnun etmeyen bir oyundu. Bu kez maçın tamamında oyuna hakim bir Trabzonspor izleyebiliriz umarım.

Eksiklerimiz var hem de çok önemli 3 oyuncu. Colman'ın yokluğu pres gücümüzde baya azalmaya yol açacaktır. Jaja'nın ise iki haftadır ruhen sahada olduğunu söyleyemeyiz ama çok önemli bir eksik tabi. Sağ bekimizi de Serkan'sız ilk kez izleyeceğiz bu sezon. Barış Ataş ne kadar doldurabilecek boşluğunu onu da görmemiz için iyi bir fırsat aslında.

Sağ bekte geçen sezon bir maçta o mevkide oynayan Engin de düşünülebilir mi diye düşünüyorum. Hücum anlamında herkesi doyuran bir performans sergilemişti. Defansif olarak ise iş düşmemişti pek.

Zafer Yelen de bu maçta şans bulabilir yedekten gelerek. Oynamaya ilk kez bu kadar yaklaştı Zafer. Umarım oyuna girer de biz de görürüz dünya gözüyle bir resmi maçta şu çocuğu. İlk geldiği sezonda hazırlık maçlarında beğenmiştim. Bir görsek sahada, kritik bir gol atsa, yeni bir alternatif daha kazansak güzel olur.

Alanzinho'nun bu akşamki performansı önemli. İyi oynamak zorunda bu maçta. Alternatifi de yok eksikler nedeniyle. Geçen sezonun ikinci yarısındaki performansını gösterebilse yeterli olur.

13 Aralık 2010 Pazartesi

GS yönetimin takımına katkısı...


Galatasaray lige başlamadan önce takımı 5 yeni isimle takviye etti. Bu isimler türk oyunculardı ve bu oyuncuların en büyük özelliği ise maddi açıdan çok büyük bir yük teşkil etmemeleriydi. Takımdaki yerli oyuncu rotasyonunu arttırmaya yönelik bir hareketti bu. Yabancı olarak da Lorik Cana, Emiliano Insua ve Juan Pablo Pino transfer edildi. Bu oyuncuların katkılarını şöyle bir gözden geçirelim:

Lige yeni çıkan Bucasporlu Mehmet Badtal'ı forvet bölgesine takviye amaçlı aldılar. Mehmet uzun boyuyla ve güçlü fiziğiyle Bucaspor'un lige çıkmasında ki en etkili isimlerin başındaydı. Fakat Galatasaray'da çok şans bulamadı ve şans bulduğu maçlarda da etkili olamayınca Baros'un sakatlığında GS'ın forvetinde bir sağ açık olan Juan Pablo Pino oynamaya başladı. Belki de şu an Mehmet Badtal Buca'da olsa Bucaspor ligde GS'nin üstünde olabilirdi, kim bilir?

GS'li yöneticiler geçen sene Ali Turan'ı kadrosuna katmak için çok çaba sarfetti. Sözleşmesi sona erecek olan Ali Turan'ı GS'li yöneticiler ikna ederek herhangi bir bonservis bedeli ödemeden GS kadrosuna katmaya ikna ettiler. Sırf bu olaylar yüzünden iki klüp birbirine girdi, bir futbolcu 6ay klubünde futbol oynayamadı. Bu kadar çabayla alınan Ali Turan GS'ye ne verdi? Şu an gazetelerde devre arasında takımdan gönderilecek ilk ismin bekleneni veremeyen: Ali Turan olduğu söyleniyor. Bu kadar uğraş verildi fakat gönderilmesi bu kadar kolay. Ali'nin performansı iyi miydi? Tabiki de değildi fakat stoper olan bir oyuncuyu sağ bekte oynatmaya ısrar edersen o oyuncunun kuyusunu kazarsın. Uğur Uçar gibi bir oyuncuyu satıp Ali Turan'ı sağ bek oynatan kişiyi ben burdan tebrik ediyorum.

BJK ile iplerini koparan Serdar Özkan kendini GS'de buldu. Bonservisi elinde olmasından dolayı GS'nin iştahı kabardı ve 'alalım lan nolacak, bonservisi elinde hemde türk' tarzı düşüncelerle Serdar şu an GS'de. Peki Serdar'ı yeşil sahalarda göreniniz var mı? Bjk'de ne yaptı ki, GS'ye transfer oldu? Şundan eminimki Serdar Özkan'ın bonservisi elinde olmasaydı şu an kesinlikle GS kadrosunda olmazdı.

Küme düşen Denizlispor'da göze batan zaten 2 oyuncu vardı. Bunlardan biri Ahmet Cebe diğeri de GS'ın renklerine bağladığı Çağlar Birinci. Milli takım seviyesinde forma giymiş, hemde Türkiye'de en zor mevki olan sol bekte görev yapan milli bir oyuncu. Çağlar'ı almak tabiki de başarılı bir transfer hareketidir. Fakat Çağlar'ı göreniniz var mı? O da yok. Neden? Çünkü hala tam anlamıyla iyileşemedi. Sahalara dödüğünde nasıl bir performans sergileyeceği ise tam bir soru işareti.

Altay'ın genç oyuncusu Musa Çağıran'la GS yine bir önceki sezon bitmeden anlaşmıştı. Genç yetenek diye GS'a transfer edildi. Peki madem oynatmayacaktınız, neden aldınız? Hadi şu an oynatmayı düşünmüyorsunuz, neden bir takıma kiralık vermediniz?

Yabancı transferleride yerli transferlerinden çok farklı değildi. Pino ve Insua'nın ne kadar katkı sağladığını hepimiz görüyoruz. Fakat Cana'ya değinmeden geçemeyeceğim. GS teknik direktörü Hagi: en iyi oyuncum Cana keşke herkes onun gibi oynasa demiş. Ortasahada boş boş koşan, yalandan mücadeleye giriyormuş havasıyla oynayan, sıfır yaratıcılık kapasitesi olan bir orta 3lü de oynayan bir oyuncu neden bu kadar abartılır anlamadım ki? Cana konusunu Sergen Yalçın'ın bi sözüyle kapatacağım: Cana'yı Bank Asya'ya koy sırıtmaz...

Takımdan ayrılan; Mehmet Topal, Uğur Uçar, Emre Güngör, Abdul Kader Keita gibi oyuncuların yeri bu isimlerle doldurulmaya çalışıldı fakat başarısız olundu. Günah keçisi olarak da Rijkaard seçildi ve takımdan gönderildi. Bence de Rijkaard takımdan ayrılmalıydı ama yerine getirelecek kişinin Hagi olması Rijkaard'ı arattı. İyi futbolcu olan kişi iyi teknik direktör olacak diye bir kaide yok. Hagi nerde hocalık yapmış ki, bir buhran içinde olan Fener maçına çıkma öncesinde GS'ı bu zor durumdan kurtaracak kişi olsun. Nitekim takıma ne kadar katkı sağladığı görülüyor,
sürekli topu sağa sola atıyor. Bakalım ligin ikinci yarısı ne bahane bulacak Gheorghe Hagi...

Uzun lafın kısası Galatasaray'a ilk yarı biterken ligin 10.sırasında olmak hele ki liderin 19puan gerisinde olmak hiç yakışmıyor. GS klubünün başkanı Sayın Adnan Polat' da inatla görevimizin başındayız diyor. Acaba GS Yönetimi, GS'ı ne kadar daha kötü duruma düşürebilirler, merak ediyorum...

İBB 1 - 3 Trabzonspor

Maçı 5. dakikada başladım izlemeye, evden geç çıkınca. Tam içeriye girdiğimde maçı anlatan spiker "Trabzonspor inanılmaz bir baskıyla başladı ve İBB'li oyuncular ve Abdullah Avcı neye uğradığını şaşırdı adeta" diyordu. Daha ekrana bakmadan skorun 1-0 olduğunu tahmin etmek zor değildi bu cümleden sonra. Hala izlemedim o ilk 5 dakikayı, ama sanıyorum ki Bucaspor maçının ilk 5 dakikasıyla benzer bir 5 dakikaydı.

Bucaspor maçının kalan 85 dakikalık kısmı için bir şey yazma gereği duymamıştım. Bu maç içinse yazacak çok şey var. Başlayalım o halde.

2 senedir Olimpiyat Stadında oynanan maçlarda Trabzonspor'a karşı 4-0 ve 6-1'lik skorlarla kaybeden İBB teknik direktörü Abdullah Avcı'nın bir kuyruk acısı var bunu bu maçta da çok açık bir şekilde gördük. Futbolcularına Trabzonspor'lu futbolcuları yerden kaldırmayın taktiğini vermiş maçtan önce. Çelme takalım da nasıl takarsak takalım anlayışı hakimdi İBB'de dolayısıyla Abdullah Avcı'da. Çelme takmak fiilini iki anlamıyla da kullanırsak yanlış olmaz. Trabzonspor'un 3 puan almasını engellemek ve sahada futbolcularına çelme takmak. Şu açıklamayı da yaptım ya neyse.

Verilen penaltı hakkında bazı yorumlar okudum, gördüğüm en tırt penaltı şeklinde. Maçı bir Galatasaray'lı arkadaşımla beraber seyrettik. Pozisyonu izlerken de zıplamış bir adama yapılan en ufak müdahelede o adamın dengesi bozulur düşüncesiyle -futbol oynayan, futbolu bilen insan olmak başka tabi- pozisyonun penaltı olduğunu söyledi o da izlerken. Ama yine de emin olunamayacak bir pozisyondu bana göre. İBB'li oyuncunun eli Umut'un sırtında ama, itip itmediğini net olarak anlayamıyoruz. Bence de itme yok gibi görünüyordu. Penaltı da ağır karardı. İlk yarıda Jaja'nın, ikinci yarında Burak'ın pozisyonları var penaltı olan. Bunları görmeyen, görmek istemeyenlere hatırlatmak istediğim. Bir de bu penaltı pozisyonu üzerinden taa Gaziantepspor maçındaki penaltıya kadar gidenler olmuş. Hafızanızı tebrik ederim, o maçta penaltı kazanmıştık doğru ama o penaltı sapına kadar penaltıydı. Yani bu kadar fanatikçe bir yaklaşımla, böyle çirkin şekilde çamur atmayın sadece gülünecek halde oluyorsunuz. Güzel şekilde çamur nasıl atılır onu da bilemedim bak.

Penaltı olayı bu kadar. Peki ya İBB'nin daha ilk yarıda 10 kişi kalmasını gerektiren bu sert oyununu görmezden gelen sözde sporseverlere ne demeli? Hani nerde o pozisyon diyenler için geliyor. (Burak'a yapılan müdahele, Burak pası verdikten sonra baldıra atılan tekme. Hani topa vurmak isteyip de ayağına gelen bir krampon değil. Burak kaval kemiğiyle vurmuyor topa. Kaval kemiğiyle vuran da var, Umut.) Bir de güzel futbol oynayan takım olarak değerlendiriliyor hep İBB ve Abdullah Avcı denen şahsiyet de övgü alıyor. Yahu bir tek bizim maçlarda mı göremiyoruz bu adamların güzel futbolunu anlamadım ki ben. İBB'nin bu sertliğine Colman'la karşılık verdik. Ki Colman böyle bir futbolcu, rakipten bu şekilde sertlik görünce, karşılığını da veriyor. İade-i ziyaret bir nevi. Daha erken de görebilirdi sarı kart, ama hakem İBB'li oyunculara vermeyince Colman'a da veremedi haliyle. Colman'ın bu tip rakiplere karşı bu tarz oyununu da seviyorum açıkçası. Takımda defans oyuncularını saymazsak sert oynayan, oynayabilen, oynanması gereken anlarda oynayan tek isim Colman. Yaptığı pres ve Selçuk'la uyumuyla vazgeçilmezlerimizden.

İkinci yarının hemen başında vakit geçirmeye başladı İBB kalecisi Hasagiç. Skor 1-1'ken Abdullah Avcı İbrahim Akın'ı oyuna alırken oyundan çıkan oyuncu Zeki yavaş hareketlerle kenara gelince hocasından fırçayı yedi. Ama unutmuştu Abdullah Avcı devre arasında kendi verdiği taktiği. "Skoru koruyun, bu maçı böyle bitirelim yeter, oyuncu değişikliklerinde yavaş hareket edin, zamanı geçirin, rakibi kırın." Yaptığı bu değişiklikle "lan ya tutarsa" dedi Nasrettin Hoca vari. Kendisi de bir hoca konumunda evet ama görüyorum ki kolpadan.

Oyun olarak, Trabzonspor'un kendi standartlarında değerlendirildiğinde iyi olmadığı, rakibine göre değerlendirildiğindeyse rakibinden iyi olduğu bir maçtı. Yani kazanmayı da hakettiği bir maçtı. Bu kadar sert oynayan bir rakibe karşı da sinirlerine Colman hariç hakim olabilen bir takım vardı sahada. Ve yine bu sertliğe baktığımızda çok da iyi futbol beklemek haksızlık olurdu.

Bir önceki yazıda Emrah Trabzonspor'lu olmaktan, Trabzonspor'lu olmanın çok değişik bir duygu olduğundan ve bunu sadece Trabzonspor'luların bileceğinden bahsetmişti. Dün Olimpiyat Stadında olan da bu cümleyi destekleyen bir durumdu işte.


İnci Sözlüğün ortaya çıkardığı boz baykuşlar olayını bilmiyor olsam İBB'nin golüne sevinen taraftarları görünce, o taraftarların Abdullah Avcı'nın eş, dost akrabası olduğunu düşünürdüm. "Gelin destekleyin, hayatımın en önemli maçı" diye çağırabilirdi Abdullah Avcı. O derece hırs yapmış adam. Orgazmdan daha zevkli anlara ulaştırmak üzereydik Abdullah Avcı'yı, gösterdik ama elletmedik yine. Zevkin doruklarına çıkmak üzereyken, çakılıverdi Boeing 777 gibi.


Futbolcu bazında bakarsak.

Umut; Yeteneklerin dahilinde verebileceğinin en iyisini veriyorsun bu takıma. Bunun için çok teşekkür ederim. Ama lütfen artık kaleciyi geçerek attığın bir gol izlet bizlere. Rahatlayalım 1-0'ken.

Burak; takımı sahiplenişin, taraftarın seni sahiplenişi, taraftara kendini kabul ettirmen. Bu maçla beraber tescillendi bunlar. Daha da iyiye gideceksin inanıyorum.

Jaja; geldiğinden beri en etkisiz ve kötü maçını oynadı.

Sonuç olarak kapasitemizin altında oynadığımız bir maçtan galip ayrılarak, hedefe bir adım daha yaklaştık.

12 Aralık 2010 Pazar

Maçı izlesek de mi, teslim olsak?


Trabzon'da pazar günü erken başladı. Sabah saat 05:45'te evden çıktım. Lan o saatte hayırdır? Manyak mısın demeyin, 3 tane çok iyi arkadaşım askere gidiyor ve sabahın köründe gidiyorlar.

Trabzon-Ankara uçağı sabahın 7'sinde ve sonuç olarak saat 6'da arkadaşlarla havaalanındaydık. Askere gidecek olanlar sadece bizim arkadaşlarımız değildi tabiki, birçok kişi askere gitmek için veya ''canım sıkıldı lan Ankara'ya gidiyorum!'' amacıyla oradaydı.

Resimdeki 3 arkadaşımız şu an teslim olmuş durumda askerlik psikoljisini yaşamaya başladılar. Kardeşlerime ''hayırlı teskereler'', ailelerine de ''sağ sağlim döner inşallah'' dedikten sonra asıl muhabbete gelelim...


Askere giden 3 arkadaşım da Trabzonlu ve tabiki de Trabzonspor taraftarı. Adamlar askere gidiyor ama inanır mısınız, sorun askere gitmek değil, saat 16:00'da ki İBB maçını izlemek. Lan olm manyak mısınız? Saat 5'ten önce teslim olun hatta erkenden gidin işiniz sona kalmasın diyoruz ama '' banane yaa azcık beklesinler kaçmıyoruz ya, maçı izleyip gelecez'' veya '' izler giderim nolcak! lan'' gibi çeşitli muhabbetler dönüyor.

Kısacası Trabzonsporlu olmak ne demek? sorusuna bir örnek. Arkadaşlarım orda ailesiyle vedalaşıyorlar, arkadaşlarıyla vedalaşıyorlar, 'lan gideceğim yer nasıl?', 'komutanlar iyi midir acaba?', 'yemekler güzel midir?' sorusu yerine akıllarında Trabzonspor'un maçı var. İşte bu yüzden Trabzonspor'lu olmak çok değişik bi duygudur bunu ancak Trabzonspor'a gönül veren kişiler bilebilir.

Kardeşlerim sağ salim teslim olmuşlardır inşallah. Hepsinin askerliği çabucak geçer gider, maçı izlediler mi sorusuna verilecek bi cevabım yok. Çünkü henüüz ben de bilmiyorum. Öğrendiğim zaman size de haber veririm...

Eskişehir - BJK

16. haftanın açılış maçıydı Eskişehir - BJK maçı. Toparlanma sürecine giren Beşiktaş hafta içinde Avrupa liginde bir üst tura yükselmenin haklı gururunu taşıyordu. Eskişehir'e moral olarak iyi fakat kadro olarak pek de iyi gidememişti. Çünkü sakatlıklarla boğuşuyordu. İlk onbirinde forvet diyemeyeceğim fakat mevki olarak forvet oynayan sadece Holosko vardı. Haaaa nasıl olurda unuturum yanında etkili genç yetenek Ali Küçik'de vardı. Küçük görme manasında söylemiyorum fakat şu anki aşamada oynayamayacak bir futbolcu. Takımın bence şu anda herşeyi olan Guti kendini erkenden oyundan attırınca BJK'nin yapabileceği çok şey kalmadı. Kısıtlı kadrosunda takımın bütün ofans yükünü çeken Guti'yi de kaybedince malubiyet kaçınılmaz oldu.

Aslında olaylar daha öncesinde başladı. BJK'nin en büyük sorunu, Türkiye ligini, gazetecileri, medya mensuplarını ve futbola gönül vermiş kişileri pek kaale almayan Bernd Shuster. Daha önceki maçların ardından yaptığı saçma sapan açıklamalardan bu ligi ne kadar ciddiye aldığını görebiliyoruz. Türkiye ligi tabikide avrupa liglerinin gerisinde fakat öyle oturup kenarda boş boş takımı izlemekle de olmuyormuş. Real Madrid gibi dünyanın en büyük klüplerinden birinde hocalık yapmış, şampiyonluk yaşamış adamın futbola saygısı bu mu? Shuster takımı Real Madrid zannediyor hala. Buranın Türkiye olduğunu ne zaman anlayacağını merak ediyorum. Ama Türkiye'ye değişik bir olay getirdi bunu hiçkimse inkar edemez. Deplasmanlara maç günü gitme olayı...

BJK yönetimi maçtan önce kendisine birgün önceden gidelim diye çok ısrar etmiş fakat Shuster'i kararından vazgeçirememişler. Hafta içi maç yapmış bir takım, 3-4gün sonra deplasmana maç günü neden gider kimse bunu anlamış değil. BJK'nin ikinci yarıdaki hali bu söylediklerimin kısaca bir özeti.

Eskişehir cephesinde ise Sezer Öztürk gerçekten çok iyi bir maç çıkardı. Takımının galibiyetinde çok önemli bir payı vardı. Rakip savunmanın poazisyon bilgisinden yoksun olduğunu bize ekranları başında uygulamalı izlettirdi. Her ne kadar hocaları Bülent Uygun olsada yardımcı antrenörle maça çıkıp BJK'yi mağlup eden Eskişehir'i tebrik etmek lazım.

BJK, lider Trabzonspor'un 12puan gerisine düştü. İlk yarının bitmesine de sadece bir hafta kaldı. Ligin ikinci yarısına kesinlikle transfer yapacaklar ama bu transferler Beşiktaş'ı nerelere götürür? Bunların hepsini izleyip göreceğiz...

9 Aralık 2010 Perşembe

Trabzonspor'un Şampiyonluk Süreci Başlamıştır

Trabzonspor'un Şampiyonluk Süreci Başlamıştır. Bu cümleyi 13 Temmuz 2008'de kurmuştu Ersun Yanal. Çok kötü geçen bir sezonun sonlarına doğru Ziya Doğan'ın yerine gelmişti Trabzonspor'un başına. Sezon içerisinde yakındığı kadronun eksikliği konusu, sıradaki transfer döneminde rekor sayıda transfer yapılacağının habercisi gibiydi. Yine de bir transfer döneminde o kadar çok transfer yapılacağını tahmin edemezdik. Taraftar forumlarında bugün kimi alıyoruz diye dönen muhabbetler vardı artık. Bu transferler içinde pilot takım Karadenizspor için yapılanlar da vardı ama yine de harcanan para çok ciddi boyutlardaydı Trabzonspor gibi bir kulüp için. Ve pilot takım için alınan oyuncuların hiçbiri Trabzonspor'da kendine yer bulamadan ayrıldı. Kurulan takım bugünkü takımın da temelini oluşturan ve oynadığı futbolla büyük çoğunluğun takdirini kazanan bir takım. Bu noktada Ersun Yanal'a da özel bir teşekkürü borç biliriz.

Yapılan bu transferler biz taraftarları da fazlasıyla memnun etmişti. Kulüp tarihindeki rekor kombine satışı gerçekleşmişti. Herkes sabırsızlıkla ligin başlamasını bekliyordu artık yeni transferleri ve takımı izleyebilmek için. O kadar sabredemeyenler de oldu elbette. Trabzonspor'un o yaz başındaki Gerede kampındaki taraftarın ilgisi de anlatıyordu herşeyi. Taraftar hem merak ediyordu, hem de inanıyordu bu takıma. Ben de Gerede'deki ziyaretçilerden olmuştum elbette.

Ardından yurtdışındaki hazırlık kampı ve oynanan hazırlık maçları geldi. Hazırlık maçlarında izlediğimiz Trabzonspor iyi sonuçlar alıyordu ve yeni kurulan bir takıma göre de oynadığı futbol fena sayılmazdı. Takım Türkiye'ye geldi ve Olimpiyat Stadında Club Brugge ile hazırlık maçı oynayacaktı. Düşünün Ağustos ayının başında bir hazırlık maçı. Bir çok takımın seyircisinin lig maçlarında ulaşmadığı seyirci sayısını Trabzonspor bir hazırlık maçında yakalıyordu. Bu taraftar böyle seviyordu işte Trabzonspor'unu. O gün maça giderken İstanbul boyunca sağımız solumuz bordo mavi bayraklı arabalarla doluydu. Sanki şampiyonluk maçına gidiyorduk. Öyle bir heyecandı işte 2008-2009 sezonunun daha başındayken yaşadığımız.

Sabırsızlıkla beklenen sezon başladı. Takım beklentilerin de üzerinde bir performans sergiliyordu. Sezon başında yönetimin, teknik heyetin belirlemiş olduğu Avrupa Kupalarına katılma hedefini, Şampiyonluk olarak değiştiren bir başlangıçtı Trabzonspor'un yaptığı başlangıç. 2. yarının başında başlayan düşüşle beraber bir Trabzonspor klasiği haline gelen içte yaşanan olumsuzluklar arttı. Ersun Yanal sezon başında koyulan hedefi garantilemiş bir teknik adamken istifaya zorlandı. Kurduğu ve şampiyonluk sürecine soktuğu takımdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Evet henüz hazır değildik şampiyonluğa. Evet çok yaklaşmıştık ama, henüz yeni kurulan bu takım, bu futbolcular o yükü kaldırmaya hazır değillerdi. Büyük maçların hiçbirini kazanamamışlardı. Kolay görünen iç saha maçlarında çok önemli puan kayıpları yaşanmıştı. Şampiyon olmanın en kolay olacağı sezondu bu belki de lig tarihindeki. Ama kaçırılmıştı ve daha vakit vardı.

2009-2010 sezonu öncesinde en iyi hocayı getireceğiz, ha geldi ha gelecek denen hoca yaklaşık 2 aylık uğraşlardan sonra Hugo Broos olmuştu. Hazırlık maçlarında oynadığımız futbol gerçekten de iyiydi. Sezona da Sivasspor deplasmanında güzel futbol ve galibiyetle başlamıştık ama sonrası hiç iyi olmadı. Kaybedilen Kasımpaşa maçı sonrası Broos da gönderildi ve en başından beri takımın başına getirilmek istenen Şenol Güneş için şartlar artık uygundu.

Şenol Güneş gelişiyle beraber takımın yaralarını bir bir sardı. Yetenekli ama sorunlu futbolcuları takıma kazandırdı. Bu sezona hazırlık yapıyordu adeta Trabzonspor. Ligin ikinci yarısında oynadığı güzel futbolla bu sinyalleri veriyordu. Bir önceki sezon büyük maç kazanamayan takımken, Şenol Güneş'le büyük maç kaybetmeyen takım olacaklardı. Kazanılan Türkiye Kupası ve ligin son maçında Fenerbahçe'ye karşı alınan beraberlik de takımın kendine olan güvenini biraz daha arttırmıştı. Finalleri kaybeden adam olarak bilinen Şenol Güneş artık kazanmaya başlamıştı, kazanmayı alışkanlık haline getiriyordu adeta.

2010-2011 sezonu öncesinde bir kez daha Olimpiyat Stadına düşecekti yolumuz. Bu kez Anadolu'dan yeni bir şampiyon çıkmasına katkıda bulunduğumuz Bursaspor'la Süper Kupa için karşı karşıya geliyorduk. Takımlara ayrılan bilet sayıları eşitti ama taraftarlar çok farklıydı. Trabzonspor taraftarı kendisine ayrılan kısma sığmamış, kale arkalarına sızmıştı maç devam ederken. Bursaspor taraftarı ise kendisine ayrılan bölümün 3'te birini belki doldurabilmişti. Trabzonspor taraftarı maç sonunda 3-0 yenilen Bursaspor'u, teknik direktörünü ve futbolcularını alkışlarken, maç içinde Liverpool diye tempo tutan Bursaspor taraftarı çoktan stadı terk etmişti bile. Büyüklük şampiyon olmakla olmuyordu işte. Kendi adıma şunu söyleyeyim hala Trabzonspor'un büyüklüğünü tartışanlara; gidin Olimpiyat Stadında herhangi bir Trabzonspor maçını izlemeye, o havayı soluyun, tartışacak bir şey bulamayacaksınız sonrasında.

Bu sezon ise artık zamanı gelmişti. UEFA'da eşleştiğimiz Liverpool bizim için bir şanstı. Elersek çok şey kazanacaktık, elenirsek Liverpool'a elendik diyecektik ve kulüp içinde bir huzursuzluk çıkamayacaktı. Elemeye çok da yaklaşmışken elendik, olmadı. Nasıl ki 2 yıl önce şampiyonluğa hazır değilsek, bu yıl da Liverpool'u elemeye hazır değildik işte. Onun da zamanı gelecek, seneye bunları da göreceğiz, bu inancı taşıyoruz içimizde. Tekrar lige dönelim. Lige yapılan iyi giriş, ardından yaşanan yol kazası Manisa maçı acaba dedirtti herkese. Acaba bu sene de mi olmayacak? Olacak bu sene olacak! O yenilginin aslında ne kadar değerli bir yenilgi olduğunu sonraki maçlarda anlayacaktık. Takım ciddiyetle oynaması gerektiği bilincini o maçla öğrenmişti. Öne geçilen ve fark atılacak havasına bürünülen o maçtan sonraki haftalarda bir çok kez geriye düştüğü maçları kazandı Trabzonspor. İçerde karşılaştığı 3 büyüğü de evine boş yolladı. 2 yıl önce büyük maçları kazanamayan takım, artık büyük maçların yenilmez takımıydı. Bursaspor deplasmanında çok rahat bir galibiyet elde edildi. Senelerdir kazanılamayan, her zaman ters gelen Gaziantepspor deplasmanında 2. dakikada geriye düşmesine rağmen ilk yarıda şiir gibi top oynadı takım. Öyle ki; 30. dakikada Burak'ın golü geldiğinde "hele şükür be" dedim. Gaziantepspor gibi sağlam bir takıma karşı deplasmanda kurulan baskı ve oynanan futbol mest etti bizleri.

Kader yine Olimpiyat Stadına sürüklüyor binlerce Trabzonspor taraftarını. Hiç bir takıma uygulanmayan bilet fiyatları uygulanıyor Trabzonspor'a bu hafta sonu. Buna rağmen rekor peşindeyiz Pazar günü 16:00'da. İstanbul'da yollar yine Bordo-Mavi olacak.

Bugün gelinen noktada, yönetimin, Ersun Yanal'ın ve Broos'un dahi emeklerine teşekkür etmek görevimizdir. Ama çok ayrı bir parantez Şenol Güneş için açılmalı. Çok özel teşekkürleri de Şenol Hoca'mıza göndermeliyiz. Külubün çok zor döneminde çekinmeden üstlendiği görev, sezon başında ve ortasında oluşabilecek kaos ortamlarını çok iyi şekilde yönetmesi, takıma oynattığı futbol, Trabzonspor'luluğu, herkese ders olacak nitelikte olan konuşmaları.. En önemlisi de o gol sevinçleri. Her golden sonra bir çocuğun saflığındaki gol sevincin var ya hocam senin. O gülüşün, herhangi birimiz gibi sevinişin, zıplayışın, kollarını açışın. İşte onu seneler boyunca görmek istiyorum ben. İnanıyor ve güveniyorum. Hatayı herkes yapar. Sana inanan milyonlar var Şenol Hoca'm. Sakın yarım bırakma bu kez. Bu takımı şampiyon yapmadan gitmek yok. Yapamasan da gitmek yok. Yapacaksın da. Bu sene olacak. 2 yıl önce başlayan bu şampiyonluk süreci bu sene Şampiyon sıfatını alarak gerçekleşmiş olacak.

Mayıs ayını bekliyorum sabırsızlıkla.

Uşaklar son söz size. Dik oynayın yeter! Horonu da hep beraber oynayacağız sezon sonunda.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Trabzonspor 2 - 0 Bucaspor


Maç hakkında uzun uzun yazasım yok. Diyeceğim şey maçın özeti gibi aslında.

İlk 5 dakikada aldığım keyfi, kalan 85 dakikada alamadığım bir maç oldu. İlk 5 dakikayı izleyen biri maçın 4-5'e kadar gideceğini düşünmüştür. Ama golden sonraki yavaşlama, uyuşukluk, maçı idare etme dürtüsü.. Verilen penaltı Samet Aybaba'nın da ağzını okuduğumuz gibiydi "Böyle penaltı mı olur?"

Colman ve Yattara'nın performansı iyiydi geçmişe göre. Alanzinho ise bağırıyor resmen olmuyor diye. Umut da pas akışını bozmaya devam ediyor.

Kötüye giden oyunla da kazanmış olmak güzel yine de. İçerde bir kez daha puan kaybı yaşamak güven açısından kötü olurdu.